Taciz, Tecavüz, Cinsel Ciddetin Biçimleri…

Taciz ve tecavüz, bir kadının karşısına her an ve çeşitli şekillerde çıkabilir. Tecavüz denilince genelde “klasik” olan tecavüz, yani erkeğin cinsel organının kadının cinsel orga­nına teması olarak algılanır. Nitekim düne kadar, Türk Ceza Kanunu’nda tecavüz, “erkek cinsel organının kadın cinsel organına duhulü” olarak tanımlanıyordu. Veya, erkeğin sadece cinsel organıyla mağdura vajinal, oral, anal yollu  cinsel saldırısı tecavüz kapsamında ele almıyor. Bu ve benzeri tanımlamalar, tecavüzü daraltan tek biçime yahut bir kaç biçimiyle sınırlandıran tanımlamalardır. Oysa, tecavüzün onlarca çeşidi vardır. Tecavüz “klasik” tarzda algılandığı için, yaşanılan birçok tecavüz olayı taciz düzeyine in­dirgenir. Böylece tecavüzcünün suçu da hafiflemiş olur.

Kişinin rızası dışında vajina, anüs veya ağıza herhangi bir organ ya da nesneyle temas etmek, içine girmek teca­vüzdür. Bu, erkek cinsel organıyla da olabilir, parmakla da, copla da, şişeyle de, kalemle de ve daha onlarca şekil­de gerçekleşebilir. Sopayla yahut floresan lambayla dahi cinsel saldırı yapılabiliyor. Yine, cinsel organa tazyikli su sıkmak, vajinadan yahut makattan elektrik verilmesi de bir tecavüzdür. Oldukça yaygın kullanılan bu işkence bi­çimlerine binlerce insan maruz kalmıştır. Bu işkenceye maruz kalanların birçoğu, bunu tecavüz kapsamında değerlendirmemiştir/değerlendirmeyebiliyor. Bir kişinin rı­zası dışında, el parmaklarından birinin ağza sokulması da bir tecavüzdür. Bu cinsel şiddet çeşitleri, özellikle siyasal Spot hazırlanacak   mücadele yürüten, muhalif kişilere devletin sistematik politikası olarak uygulanır.

Cinsel taciz de sadece fiziksel sarkıntılık- bilindik biçimiyle- şeklinde olmaz. Cin­sel içerikli bir söz ya da hareket, işaret vb. cinsel tacizdir. Bir telefon mesajıyla da cinsel tacizde bulunulabilir. Yahut kadmları-cinsel kimliğini-aşağılayan bir davra­nış ya da bir söz de bu kapsama girer.

Irz kavramı üzerine

Tecavüz ve ırz kavramları eş anlamlı kullanılır. Oysa eş anlamlı değildir. Tecavüz, uygulanan cinsel şiddet eylemini/saldırısını ifade eder. Irz ise bir kimsenin, başka­ları tarafından dokunulmaması ve saygı gösterilmesi gereken “iffeti” olarak tanım­lanır. Türk Dil Kurumu’nun (TDK) sözlüğünde ırzına geçmek kavramının anlamı: “Zor kullanarak bir kimseyi cinsel zevkine alet etmek, tecavüz etmek.” Egemen dil, yani “erk”in dilinde ırza geçmek ve tecavüz aynılaştırılır. Devlet yasalarında, teca­vüz etmek ve ırza geçmek eşdeğer anlamda kullanılır. Tecavüz vakaları, ırza geçme olarak tanımlanır. Demokrat, devrimci, muhalif basında da, bu iki kavram yer yer aynı anlamlarda kullanılır. Bu, eril dilin hakimiyetinin ne kadar köklü olduğunu gösterir.

Tecavüz ve ırza geçmek, özünde çok farklıdır. Irza geçmede, “namusun” kirlen­mesi vardır. Zaten tecavüzün temel amacı; küçük düşürme, aşağılama, “namus”unun yok edildiği, kirletildiği fikrini mağdura enjekte etmektir. Değersizleşti-ği hissini uyandırmaktır. Tecavüze uğrayana cinsel saldırıyla ırzına geçildiği, ırzının kirletildiği fikri verilir. Tam da buradan ‘nedir ırz?’ diye soralım. Irz; iffettir, namus­tur. ‘Irzına geçilmiştir’ kavramını, sözlü yahut yazılı kullandığımızda fiilen “na-mus”u bozulmuş/kirlenmiştir demiş oluyoruz. Herhangi bir haberde, yazıda diyelim ki soykırımdan bahsediliyor ve “Bu soykırımda şu kadar kadının ırzına geçilmiştir”, şeklinde rakam kullanılabiliyor. Bizim dilimiz farklı olmak zorundadır. Irza geçmek, eril dilin literatürüdür.

Tecavüze uğranıldığmda namusumuz kirlenmez, yahut bozulmaz, zedelenmez. Çünkü namus, iki bacak arasında değildir. Tecavüz, sadece bedene dönük bir sal­dırı değildir, asıl hedefi bilinci, ruhsal bütünlüğü parçalamaktır. Tecavüzle cinsel kimliğe saldırılarak, kişi hiçleştirilmeye çalışılır. Tecavüz, cinsel bir işkencedir. Asıl kirli olan; her işkence seansında daha da kirlenen, insanlığından çıkan, hiçleşenler, işkenceci tecavüzcülerdir. Kuşkusuz, işkencelerin insan üzerinde çeşitli etkileri var­dır. Özellikle cinsel taciz, tecavüz gibi cinsel işkencelerin derin travmalar yaratma­sında, cinsel şiddetle geleneksel kadın yahut geleneksel erkek bakış açısıyla ilişki-lenmenin rolü büyüktür.

Sonuç olarak; ırza geçme/geçilme kavramını hangi niyetle kullanırsak kullanalım anlamı belirttiğimiz gibidir. Nasıl ki, “namus”umuza geçildi, kirlendi/kirletildi demiyorsak, tecavüzü de ırza geçme gibi kavramlarla ifade etmemek, aynı anlam­da kullanmamak gerekir.

Her yerde cinsel şiddet

Cinsel şiddet, yaşamın her alanında karşımıza çıkar. Dünya erkeğin evidir ve so­kaklar, mahalleler, kentler bu “kanuna”göre düzenlenmiştir. Kadın, eve hapsedil­miştir. Sokaklara çıktığında ise cinsel kimliğine saldırılır. Kadın, bu saldırılar altın­da yaşamını sürdürür. Yalnızca sokakta değil, ev içinde de kadın sistematik olarak cinsel şiddete maruz kalır. Kadınlar cinsel şiddeti hem aile içinde hem de kamusal alanda yaşıyor. Dünyada ı milyar kadın, cinsel şiddet mağduru. (Günlük basın, 03/2007) Bu sayı, resmi belgelere giren rakamdır. Yaşanan cinsel şiddet olaylarının bu rakamın çok daha üstünde olduğunu tahmin etmek zor değil.

Erkeğin yöneticilik konumu; patron, okul müdürü, hakim, ustabaşı, başhekim vb. taciz türü olaylara elverişlidir. Türkiye, işyerinde tacizde Avrupa üçüncüsüdür. Avrupa Birliği’ne bağlı Avrupa Yaşam ve Çalışma Koşullarını iyileştirme Kurumu ta­rafında hazırlanan 4’üncü Avrupa Çalışma Koşulları Anketinin cinsel taciz bölümün­de “Kadınlar, bu tür eylemlerle erkeklerden üç kat daha fazla karşılaşmaktadır. Ka­dınlar, Çek Cumhuriyetinde yüzde 10, Norveç’te yüzde 7, Türkiye ve Hindistan’da yüzde 6, Danimarka, isveç, Litvanya ve ingiltere’de yüzde 5 oranlarında bu olaylar­dan etkilenmektedir” denilerek, araştırmanın sonuçları belirtilmiştir. Tacize maruz kalan kadın ya işini kaybetmemek için yahut toplumda rencide olmamak gibi ne­denlerle susar. Konuştuğunda ise, susturulur, yıpratılır, aşağılanır. Kanunlara ve sosyal statülere yahut saygınlığına dayanarak erkek bir şekliyle haklı çıkmaktadır. Kadının ise saldırıyı ispatlayabileceği dayanağı yok denecek kadar azdır.

Evlilik içi cinsel şiddet ise meşru görülür. Erkek, evlilik içi cinselliği hak, kadın görev olarak görür. Evlilik içi cinsel ilişkide asıl olan, erkeğin cinsel güdülerinin tat­min edilmesi, doyurulmasıdır. Kadın bedeninin ihtiyaçları gözetilmez. Kadın ise, toplumsal baskıyla cendere altına alınmış duygu ve düşünce dünyasıyla bu duru­ma çoğu zaman karşı koymaz/koyamaz. Kadının o an cinsel ilişkiyi yaşamak isteyip istememesi gözetilmediğinden, birçok kadın eşi tarafından tacize, tecavüze uğrar. Kadınların çoğunluğu bu durumun tecavüz olduğunun farkında değildir. Çünkü, öğretilmiş kadınlık rolünde, eşinin cinsel güdülerini tatmin etmekle görevlidir. Bu rol, kadın tarafından öylesine kanıksanmıştır ki, yaşadıklarını sorgulama gereği da­hi duymaz. Bu mantığa göre, erkek hakkı olan şeyi alır, kadın görevini yerine geti­rir. Erkeğe ve kadına öğretilen toplumsal cinsiyet rolü yaşamın her zerresinde var­lığını gösterir. Erkek de, kadın da bu kodlanmışlıkla hareket eder.

Cinsel şiddetten en çok zarar gören kesimi ise, para karşılığı cinsel ilişkiye giren kadınlar oluşturuyor. Travestiler de bu kategoride yer alıyor. Bedenini para karşılı­ğında satan kadınlara her tür cinsel şiddet, toplum tarafından hak görülüyor. Onun bir insan olduğu gerçeği unutuluyor. Bedenini satan kişinin “ahlakı” tartışılarak, ona yapılan saldırı meşrulaştırılmaya çalışılır. Bu tip olaylarda tecavüzcü aklanır ya da kadının fuhuş pazarında yer alması nedeniyle tecavüzcüsünün cezasında indi­rim yapılır. Hatta bazen, polis kayıtlarında resmi işleme bile tabi tutulmaz.

Nitekim, genel olarak da cinsel şiddet olaylarında cinayet, yaralama, silah vb. Varsa, ancak o zaman tecavüzcü hakkında dava açılıyor. Tecavüzün gündelik yaşa­mın bir parçası haline geldiği Amerika’dan çarpıcı örnekler verilebilir. Çoğu araştır­ma tahminine göre tecavüz ve tecavüze teşebbüs olaylarının yalnızca yüzde 25 ile yüzde 50’si polise intikal etmektedir (Federal Soruşturma Bürosu-ABD)

Seattle Tecavüz Yardım Biriminin yaptığı bir araştırma, ilişkiye geçilen 246 “kur-ban”dan 100’nün yaşadığı tecavüz olayını polise bildirmediğini ortaya koymuştur.

Tecavüzcünün kendisinden intikam alacağı, mahkemede (ve güvenlik güçlerin­ce) kendisine inanılmayacağı ya da duruşmada rezil olacağı korkusu, kendini suç­lamaya da arkadaşlarını ve ailesini koruma isteği gibi çeşitli sebeplerden dolayı te­cavüz olayları açıklanmamaktadır. Ayrıca, bir dizi toplumsal ve hukuki sebep yü­zünden tecavüz olaylarındaki mahkumiyet oranları diğer ağır suçlara oranla düşük­tür. Ortaya çıkan bariz sonuç şu ki, gerek bireysel, gerek devlet tarafından uygula­nan cinsel şiddet olaylarında toplumsal normlar ve adalet mekanizması tecavüzcü­yü korur, hatta savunur.

Cinsel şiddetin her gün arttığı Türkiye’de, TÜBİTAK tarafından desteklenen ve 18 ay süren Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet Araştırmasının sonuçları şöyle (06.01.2008, Özel Cinsel Tıp Enstitüsü Başkanı Dr. Cem Keçe’nin açıklaması):

-Cinsel şiddete uğrayan kadınların yüzde 63’ü evli, yüzde 21’i boşanmışlardan oluşuyor. Yüzde 7’si nikahsız birlikte yaşadığı kişinin cinsel şiddetine maruz kalıyor.

-Şiddete uğrayan kadınların sadece yüzde 15’i doğrudan mahkemeye, yüzde 12’si de polis merkezlerine başvurdu. Cinsel şiddetin genellikle gizli kalması nede­niyle olayın boyutu; ilişki kurmaya zorlama, ters ilişki, ensest ilişki, çocukların önünde cinsel ilişkiye zorlanma, aşırı cinsel ilişki kurma baskısı, oral ilişki ve çeşitli aletler kullanarak ilişkiye zorlama gibi cinsel şiddete de maruz kalırken, direndikle­rinde veya itiraz ettiklerinde tecavüze uğramaya varıyor.

-Kaçırılarak tecavüz edilen ve ailesinin zoruyla evlendirilen kadınların sayısı ar­tıyor ve bu durum kadın açısından ömür boyu cinsel taciz anlamına geliyor.

-Cinsel şiddet uygulayan erkeklerin büyük bir bölümü gelir getiren bir işe sahip. Aralarında avukat, mühendis, iş adamı, doktor, mali müşavir ve sanatçılar gibi her meslek grubu ve her kesimden erkek var. Şiddet uygulayan erkeklerin yalnızca has­ta ruhlu ve alkolik olduğunu düşünmemek gerekiyor. Aralarında normal, sorunsuz davranan erkekler de çoğunlukta. Alkol kullanımı da cinsel şiddeti arttırıyor.

Gene çeşitli araştırmalarda, üniversite mezunlarının kadına dönük şiddet ve cin­sel şiddeti uygulama oranının yüksek olduğu yönlü sonuçlar var. Tüm bu araştır­malar, cinsel şiddeti uygulayanların işsiz güçsüz, eğitimsiz, gelir düzeyi düşük er­keklerin olduğuna dair düşünceyi geçersiz kılmaktadır.

Tecavüz, cinsel psikopatlık veya bir akıl hastalığı yahut herhangi bir davranış bozukluğu olarak açıklanamaz. Kadına dönük şiddet ve cinsel şiddet, erkek egemen anlayışın sistematiğidir. Tecavüz, taciz erkekler için meşru bir saldırganlık olarak görülürken, kadınlar içinse bu cinsel saldırganlığı istediği, hoşlandığı yönlü bir an­layış hakimdir. Öyle ki “kadın tecavüze davet eder.” Burada tecavüzden birinci de­recede tecavüzden kadın sorumlu tutulur, erkek aklanır. Bu anlayış, tecavüzü sıra­dan laştırır/olağanlaştırır.

Kadınlardaki tecavüz korkusu

Tecavüz, kadınların en çok korktuğu saldırıların başında geliyor. Hangi yaşta olursa olsun, ister on iki yaşında, ister yetmiş yaşında olsun, her kadın ömrü boyun­ca tecavüz riskiyle yaşar. Yine her kadın, bir şekliyle cinsel tacizi yaşar, sözlü ya da fiili olarak cinsel tacize maruz kalır.

“Tecavüz söz konusu olduğunda korku, hem suçun ciddiyetinin hem de kadın­ların suç kurbanı olma olasılığını yüksek görmenin türevidir. Öldürme korkusu da tecavüz korkusunu pekiştirmektedir.”* Kuşkusuz tecavüz, sonu cinayete kadar va­rabilen bir şiddet biçimidir. Öldürülme, ağır yaralanma ve aklımızı zorlayabilecek onlarca işkence türüyle birlikte gelebilir tecavüz. Tüm bunların yanı sıra özellikle -kapalı- feodal kalıntıların güçlü olduğu toplumlarda kadın, “iffetini koruyamama­nın” basıncını yaşar. “Namus”u iki bacak arasında gören bilinçle/anlayışla hareket eder. Çocukluğundan itibaren cinselliğini korumaya kodlanmış kadın, tecavüze uğ­radığında ağır bir suçluluk duygusuna girer. Tecavüz sonrası intiharların yaşanma­sı, bu bakış açısının sonucudur. “Namusunu” koruyamama, kirlenmişlik, ailesinin ve çevresinin yüzüne bakamama (buna emaneti koruyamamış olma duygusu da di­yebiliriz) öğretilmiş kadınlık duygularının cenderesinde ezilir. Bir diğer şey ise hak­lılığını ispat edememe işkencesidir. Bu süreç, kelimenin gerçek anlamıyla kadın açı­sından işkenceye dönüşür. Kadın, çevresine, ailesine, kamuoyuna yaşadığı cinsel saldırıyı açıkladığında ataerkil bakış açısının top atışlarına hedef olur. ister devlet, ister birey eksenli bir cinsel şiddet yaşamış olsun, kadının dava açması, bunu mahkemelere taşıması ve tecavüzcülerin cezalandırılması istemi, ataerkil adalet meka­nizmasının çarkının dişlilerinde incitilmesi, ezilmeye çalışılması demektir. Tecavüz­cüleri yargılamaya çalışan kadın, yargının pençesine düşer. Tüm bunlardan kay­naklı, bu süreci göğüslemek yaşanılan tecavüz anından daha ürkütücü gelir kadı­na. Bu süreç boyunca, adalet arayışının her aşamasında cinsel kimliğinin aşağılan­masına maruz kalır.

Şu anda AB sürecinin de etkisiyle, artık resmi gözaltılar da tecavüz çok uygu­lanan bir yöntem değil, ama gayrı resmilerde artış oldu, yani kaçırmalarda. Bu tür belgeleyemeyeceğimiz gözaltılarda aynı yöntemler kullanılabiliniyor. “(Av. Eren Keskin -Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu Kurucusu)

Son zamanlarda devlet güçleri, sokaklardan kaçırarak tecavüz ediyor. Resmi gö­zaltı süreci olmadığı için bunu ispatlamak daha güç. Özellikle de tecavüz edenlerin emniyet görevlisi polisler olduğunu ispatlamak neredeyse imkansız hale geliyor. Türkiye’de cinsel işkence bir devlet politikasıdır. Bu nedenle işkenceci polisler, as­kerler, yasalarla koruma altına alınır. Onları sorgulamayan savcılar, beraat kararı ya da zaman aşımı veren hakimler, işkenceyi belgelemeyen Adli Tıp Kurumu, hepsi bu sistemin parçaları, tecavüzün suç ortaklarıdır.

Çalışmamız süresince 400 kadına ulaştık ama, bunun yarısı anlattıklarının kayda geçmesini istemedi. Çoğunluğunu Kürt kadınlar oluşturuyor. “(Eren Keskin)

Tüm işgallerde olduğu gibi tecavüz bir savaş yöntemi olarak kullanıldığı için, jandarma, polis vb. devletin kolluk güçlerince yaygın ve sistematik olarak cinsel şiddet uygulanmıştır.

Gerek Kürt kadınlarına, gerekse de siyasi mücadele yürüten devrimci kadınlara cinsel şiddet, bir devlet politikası olarak uygulanır. Devlet, tecavüzcülüğünün bel­gelenmemesi için, tüm kurumlarıyla işkenceci güçlerini savunur, haklı göstermeye çalışır. Cinsel şiddetin belgelenmesinde en önemli sorun, Türkiye’de resmi bilirkişi kurumu hala Adli Tıp’tır. Adli Tıp bir devlet kuruluşudur ve bu kurumdaki hekimler bağımsız değildir. Özcesi devlet, yaptığı işkencelerin, tecavüzlerin kayıtlara geçme­mesi, soruşturma açılamaması için tüm kurumlarını devreye sokar. Tecavüzcü polis ve askerlere karşı davayı açan/açmaya kalkışan kadını sorgulayıp yargılayarak bez­dirmeye ve ezmeye çalışır. Tecavüz eden erkeklerin önemli bir bölümü (ister birey­sel, ister devlet kaynaklı olsun) hiçbir aşamada yargılanmazlar ve bunlar arasında çeşitli statü (toplumca saygın görülen meslekler) ve sınıftan erkekler mevcuttur.

Kadınlar, ömürleri boyunca tecavüzden korunmaya çalışır. Tecavüzden ve ya­bancıların saldırısına uğramaktan korktukları için yaşam biçimlerini buna göre dü­zenlerler. Birçok haklarından feragat ederler. Gece sokakta tek başına gezmemek bir örnektir. Nitekim sözde “özgürlüğün” olduğu, dünyanın büyük metropollerinde kadın açısından bakıldığında, durumun vehameti görülür. Los Angales’ta, her beş dakikada, bir kadın cinsel şiddete uğruyor. Bu yüzden kadın, tercihlerini korunma­ya dönük yapar. Mekan ayrımı yapmak, gece vakitlerinde sokakta kalmamaya özen göstermek yahut tenha yerlerden geçmeyi gündüz dahi tercih edememek…

Gece sokağa çıkmak, tecavüz riskini göze almak anlamına geliyor. (Erkek bakış açısına göre, o saatte sokağa çıkmak, tecavüzü istiyor olmak anlamına geliyor.) Ör­neğin, Türkiye’de her yıl Taksim Meydanı’ndaki yılbaşı kutlamaları, cinsel saldırı görüntüleriyle gündeme gelir. Örnekler çoğaltılabilir. Fiilen kadmlar sokaklardan, meydanlardan men edilir.

“VVarr’un araştırmalarında belirttiği gibi tecavüzün toplumsal sonuçları, doğ­rudan tecavüz kurbanı olmuş kadınlarla sınırlı değildir. Örneğin, VVarr’un araştır­masına katılan erkeklerden pek azı suç riski nedeniyle yaşam biçimini değiştirdi­ğini söylemiştir. Gerçekte bu araştırma, cinsel şiddet içeren toplumlarda tecavü­zün kadınlar üzerinde son derece etkili bir toplumsal denetim işlevi gördüğünü ve feministlerin Heri sürdükleri gibi şiddete başvursun ya da vurmasın bütün erkek­lerin yararına sonuçlar doğurduğunu göstermektedir. “*

Gerek iş tercihinde gerek ev yaşamında kadın, kendini daima güvenceye almak düşüncesiyle hareket eder. Diana Scully, “Kadınların pencerelerine taktıkları demir parmaklıklar, cinsel şiddetin kol gezdiği bir toplumun en açık belirtisidir ve böyle bir toplumda hapishaneye tıkılanlar, kurbanların kendileridir” derken, tam da bu gerçekliğe işaret eder.

Tecavüzcüler rahat hareket ederken, tecavüze uğramış ve bu tehlikeyi her an ya­şayan kadmlar, yaşam alanlarını kısıtlarlar. Kadmlar, büyük bir toplumsal denetim altında yaşamlarını sürdürürler.

Tecavüz kadınların sorunu mudur?

Cinsel şiddet olaylarında kadın suçlu görülür. Kadın, kelimenin gerçek anlamıy­la tam bir vahşet yaşamasına rağmen neden suçlu ilan edilir? Geleneksel olarak, te­cavüzü kadınların davet ettiği yönlü iddialar vardır. Bu iddialar vb. Tezler, tecavü­zü haklı gösteren, kanıksayan bir tutuma götürür. Bir Kriminolog şöyle der: “Avcı, avına saldırmaya çeşitli yollardan avın kendisi tarafından itilir.” Bu anlayışa göre; halk arasında, tecavüze davetiye çıkaran davranışlar veya “ısmarlama” tecavüz davranışı denilerek ve buradan yola çıkarak, kadının cinsel şiddeti hak ettiği ya da kendisinin tercih edip haz aldığı bir olay gibi gösterilir.

“Ismarlama” tecavüz davranışı; cinsel ilişkiden son anda cayma, bir yabancıy­la kendi isteğiyle içki içme ya da arabasına binmeyi kabul etme, kadının dış görünümü, dekolte giymesi yahut gece sokakta tek başına gezmek, otostop çekmek vb. daha onlarca sayabileceğimiz davranış, eril bakış açısına göre bu tanıma girer.

Uyguladığı cinsel şiddet eyleminden pişmanlık duymayan erkekler, tecavüzden kadını sorumlu tutuyorlar. Şu gerekçelerle kendilerini haklı görüyorlar:

“ı-Kadınlar baştan çıkarıcıdır.

2-Kadınlar hayır derken, aslında evet demek isterler.

3-Kadınlar sonunda gevşer ve bu işten zevk alırlar.

4-iyi kızlara tecavüz edilmez.

5-Tecavüz önemsiz bir suçtur.

6-Maço (kabadayı) erkek.”

Bu araştırmaya göre (Hapishanedeki tecavüzcülerle yapılan görüşmeler-ABD), cinsel şiddet eylemini meşru gören tecavüzcüler, kadının bu durumdan hoşnut ol­duğu, zevk aldığı yönlü bir düşünceye sahiptirler.

Kadınların cinsel ilişkiye istekli olduklarını dile getirmeleri beklenmediğinden, bir erkeğin cinsel taleplerini geri çevirmelerinin fazla bir anlamı yoktur ve tecavüz normal görülür. (Özellikle evlilik içi tecavüz olaylarında bu yaklaşım hakimdir.) Bu, aynı zamanda kadının edilgen olduğu düşüncesiyle özdeştir. Buradan yola çıkarak, kadından bir aktiflik beklenemeyeceğine göre, kadının cinsel ilişkiyi isteyip isteme­mesi önemsenmez. Kadın görevini yerine getirmiş oluyor. Çünkü, kadının doğal ya­pısının böyle olduğu düşünülüyor.

Ataerkil düzende, kadının durumu öylesine belirlenmiştir ki, kadından pasif ol­ması, acıya katlanması ve cinsel bir nesne olması beklenir.

Kadın, uğradığı cinsel saldırı sonucu ağır travmalar yaşar, hatta bazen bu trav­malar kadını intihara sürükler. Bu kadar derin travmalar yaşanması, tecavüzün ka­dının kişiliğinde açtığı tahribatların boyutunu gösterir.

Kadına uygulanan cinsel şiddette (devlet güçlerince ya da bireysel olsun) amaç, kadının beynini, ruhunu, vücudunu ele geçirmek, ona egemen olmak, boyun eğ­dirmektir. Zaten tecavüz, özünde bir güç göstermedir. Bunu özellikle devletin siste­matik cinsel işkencesinde görmek mümkündür. (Yine erkeğin, erkeğe tecavüzünde oldukça yalın bir şekilde görülür güç gösterme meselesi)

Erk-erkek-“erkeklik”

“Cinselliğin insanlarda sadece dürtü olduğu kabul edilse bile, gerek ilk yıllarda­ki “toplumsallaştırma”, gerekse yetişkinlik dönemindeki deneyler sırasında, yaşa­mımızın ‘cinsel davranış’ diye adlandırılan büyük bölümü, hemen hemen tamamen öğrenilen sonradan edinilen şeylerin ürünüdür. Cinsel ilişki dahi, öğrenilmiş tepki­ler dizisinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. “*

Tecavüz, toplumsal olarak öğrenilmiş davranıştır. Ne i ki-üç erkeğin sapkınlığı, ne psikopat, ne de münferit olaylardır. Cinsel şiddet, toplumdan topluma değişse de, kaba ve inceltilmiş versiyonlarıyla olsa da sonuç itibarıyla erkek egemen siste­min kültürüdür. Dolayısıyla, erkek doğulmaz erkek olunur. Öğretilmiş erkeklikte her erkek cinsel şiddet suçunun potansiyelini taşır. Tecavüz, şiddet kültürünün bir un­suru, erkek egemenliğinin bir ifadesidir.

“Davranışlar, toplumsal olarak başkalarıyla kurulan dolaysız ilişkilerle öğre­nilir. Öğrenme, yalnız davranışsal tekniklerin değil, aynı zamanda kadınlara yö­nelik cinsel saldırganlıkla uyumlu tecavüz efsaneleri gibi, bir dizi değer ve inancın da öğrenilmesi demektir. ” (Diana Scully)

Pornografi kültürü, genelev kültürü vb. nasıl erkek olunacağını öğütler öğretir. Çocukluğundan itibaren erkek olmanın normlarını aileden, toplumdan, okuldan, devletten öğrenir erkek. Bir dizi araştırma ve bulgu, medyanın verdiği “tecavüz, kurbana uyarıcı etki yapar”, “kadın zevk alır” vb. tecavüz hikayelerine inanmaları­na yardım ettiğini öne süren varsayımları doğrular niteliktedir. Şiddet dolu ve onur kırıcı pornografik yayınlar, cinsel saldırganlığı arttırmakla beraber meşrulaştırmak­tadır. Yine yapılan araştırmalar, tecavüz fantazilerinin erkekler arasında çok yaygın olduğunu belirtir.

“Meğer bizim TVdizilerinde tecavüz sahnelerinin olduğu bölümler, reyting re­korları kırıyormuş. Reytinglerde alt sıralarda yer alan bir dizinin bir hafta sonra üst sıralara çıktığını görüp de ‘bu hafta ne vardı’ diye araştıranlar, ‘tecavüz var­dı’ yanıtıyla karşılaşıyorlarmış. Hal böyle olunca da TV kanalları, daha fazla rey­ting alabilmek için senaryo yazarlarından tecavüz sahneleri yazmalarını istiyorlarmış.”(Meral Tamer, Milliyet Gazetesi)

TV dizilerinde tecavüz sahnelerinin olduğu bölümlerinde reytingin tavan yap­ması çarpıcı bir olay olmakla birlikte, bu durum, cinsel şiddetin meşrulaşması-nm/sıradanlaşmasmm vardığı boyutu gösteriyor.

“Bir başka bulgu da, normal bir nüfus içinde cinsel saldırganlığın yaygınlığını araştıran ve erkeklerin, yakalanamayacaklarından emin olsalar, tecavüze ne ka­dar yatkın olduklarını kendilerine soran bir araştırmanın sonuçlarıdır. Briere ve Malamuth (1983), 356 üniversite öğrencisi erkekten, yüzde 28’inin, hem tecavüze hem de güç kullanmaya yatkın, yüzde 6’sının tecavüze yatkın ama güç kullanma­ya karşı ve yüzde 40’ının da, hem tecavüze hem de güç kullanmaya karşı olduğu­nu buldular.”**

Cinsel şiddet, dişil yetenek ve becerilerin küçümsenmesinin yanı sıra şiddet kül­türünün bir sonucudur. Kadının cinselliğini aşağılayarak, zorla denetim altında tutmaya dönük erk sistemidir. Örneğin pornografik yayınlar, cinsel şiddeti kabul edi­lebilir kılan kültürel ortamı besleyen önemli etkenlerden biridir. Pornografi de, ka­dın şiddete maruz kalmasına rağmen hoşlanıyormuş gibi gösterilir. Oysa cinayet, soygun gibi bir dizi şiddet olayında mağdurun zevk aldığı yönlü bir mesaj verilmez. Burada, tecavüzün meşrulaştırılması söz konusudur. Nitekim, toplumların kültürel gelişimine bağlı olarak tecavüzün normal görüldüğü ve tecavüzün ahlaki olarak mahkum edildiği dönemler, insanlık tarihinde ayrıştırılır. Tecavüz, feodal değer yargılarının hakim olduğu toplumlarda da, kapitalizmin gelişkin olduğu emperya­list ülkelerde de vardır. Cinsel şiddetin, daha yoğun yaşanma yahut açıklanma oranları toplumdan topluma değişkendir. Örneğin, Amerika tecavüzün en sık gö­rüldüğü ülkelerin başında gelmektedir. Cinsel şiddet olayları, sadece feodal yapı­nın hakim olduğu, kapitalizmin az geliştiği toplumların sorunu değildir. Mesela, Avrupa’da pornografinin sıradanlaşmasının boyutları, yaşama yansıma şekilleri tartışmaya değer bir konudur ama , bu yazıda bir başlık konumuz değildir.

Çağımızda gelişen internet kültürü, internet kullanımı bilgiye ulaşmanın dı­şında şiddetin empoze edildiği bir durumdadır. Çocukların yüksek volümlü şiddet oyunlarından tutalım da, cinsel şiddetin internet ekranlarına yansıma biçimleri­ne dek şiddetin, cinsel saldırganlığın günlük yaşamın bir parçası haline gelmesi söz konusudur. Tabii ki burada sorun, teknolojinin gelişimi değildir. Bahsettiği­miz internet piyasasında çok vahim boyutlara varan pornografinin, fuhuş pazarı­nın, kadın bedeninin mctalaştırıİmasının ve tüm bunların sıradanlaşması sorunu­dur. Dört koldan kadına dönük saldırganlığın normalleşmesinde önemli bir tema­dır. Zaten sorun tam da buradadır, erkeğin taciz ve tecavüzü normal bir olay ola­rak görmesidir.

“Bilindiğigibi toplumsallaşma, davranışların anlamlı sonuçlarını değerlendir­mek kadar, bunları toplumsal bakımdan uygun terimlerle açıklamayı öğrendiği­miz bir süreçtir.

(…) Kadınlara karşı cinsel şiddeti toplumsal bakımdan kabul edilebilir terim­lerle açıklayabilmek için belirli sözcükleri nasıl kullanmak gerektiğini öğrenmek, tecavüzü öğrenmenin önemli bir parçasıdır.”***

Eril sisteme sırtını dayayan erkek, tecavüz sırasında davranışlarından dolayı suçluluk ya da utanç duymaz. Diana Scully’nin ABD hapishanelerinde, tecavüz su­çundan mahkum tecavüzcü erkeklerle yaptığı görüşmelerde ilginç diyaloglar mevcut. Örneğin bir tecavüzcü şöyle der; “Hızla olup bitti. Biraz basketbol oyna­dım, sonra kız arkadaşımın evine gittim ve onunla seviştim. Endişeli ya da üz­gün değildi.”

Görüldüğü gibi, tecavüzcü en ufak bir suçluluk duygusuna kapılmadan sıradan bir olaymış gibi yaşamına devam eder.

Yine denklem şuradan kurulur: “iyi kızlara tecavüz edilmez”, “rahat bir kadın­dı”, “birçok erkek arkadaşı vardı”, “otostop çekti”, “fahişe gibi giyinirdi” vb. on­larca “gerekçe” sıralanır. Özcesi, tecavüzün tek suçlusu/kaynağı vardır. 0 da, ka­dındır bu bakış açısına göre. insanın bu pervasızlığa aklı ermese de maalesef zihni­yet böyledir.

Diana Scully’nin tecavüzcülerle yaptığı görüşmelerde bir diğer yan ise, değer verdikleri kadınlara yahut kendilerine dönük bir tecavüz ihtimalinde aynı tepkileri vermedikleridir. Bu da, erkek egemen sistemin ikiyüzlü ahlak anlayışının somut görüngüsüdür.

Tecavüz, “kadınlara hadlerini bildirmek” ve kadınlar üzerindeki hâkimiyetlerini sergileyerek “erkekliklerini” kanıtlamak için kullanılan bir yöntem.

Çete üyesi (ABD) bir tecavüzcü şöyle anlatır; “Kendimi, maço ve ondan üstün hissettim. Belki biraz da kızgınlık, pasaklı bir o. . ydu ve her şeyi hak etmişti. Bu ba­na bir statü hissi verdi. Haddini bildirdiğimi hissettim.”

Bir başka tecavüzcü ise, “Tecavüz mutlak hâkimiyet duygusuydu. Tecavüzden önce her defasında, kendimi güçlü ve öfkeli hissederdim. Kadınları aşağılamak, kendime dünyada benden değersiz hiç değilse bir kişinin daha bulunduğunu ka­nıtlamak istiyordum” der.

Tecavüzcüler, kendi aşağılık komplekslerini bir başkasının bedenini “yağmala­yarak” gideriyor, tatmin oluyorlar. “Kurbanını” aşağılayarak, kendinde güçlülük duygusu hissediyor. Özcesi, tecavüzcü gücünü kanıtlamış oluyor.

Erkekler dünyasının hesaplaşmasında en büyük acı kadının payına düşer. Erk’in sahibi erkek, kendine biçilen toplumsal cinsiyet rolünün gereğine göre hareket eder. Bu normların dışına çıkmayı kadınlaşma olarak görür.

“Doyle (1983) erkek toplumsal cinsiyet rolü kavramının merkezinde beş unsu­run bulunduğunu Heri sürer:

ı-Kadın karşıtı unsur-kadınca olan her şeyden sakınma, nefret etme,

2-Başarı unsuru-kazanmak, şampiyon, bir numara olmak,

3-Saldırganlık unsuru-kavga etmeye hazır olmak,

4-Cinsel unsur-cinsel ilişki için sürekli ve doyurulmaz bir istek duymak,

5-Kendine güven unsuru-güçlü, güvenli, bağımsız, kararlı ve sakin olmak.”*

Erkek cinsine biçilen bu ve benzeri roller, erkek davranışına yön verir. Erkek ki­şiliği bu cins rolüne göre kodlanır. Erkek saldırgandır, erkek korkmaz, erkek cinsel enerjiyle yüklüdür-kaldı ki erkek cinsel organı övünç kaynağıdır-erkek başarır, becerir, aktiftir. Belirleyicidir. Hakimiyettir. Otoritedir. Bu rolleriyle içselleştiği ölçüde “erkekleşir. ”

Kadına ve erkeğe biçilen rol gereği, her iki cins de buna göre eğitilir. Öğretilen davranışların dışına çıkıldığında rencide edilirler.

Bir de, erkeğin erkeğe cinsel şiddeti söz konusudur, oldukça da yaygın bir du­rumdur. Erkeğin erkeğe tecavüzünde, zorbalığın yanı sıra kadın durumuna düşü­rülme olduğundan erkek iki kat daha aşağılanır. Böylece o artık “erkek değildir, kadınlaştırılmıştır.” Eril bakış açısında; “Üstün” cinsiyete sahipken kadından daha aşağı bir duruma düşürülmüş olur. Bundan kaynaklı, erkek tecavüze uğradığında kadından daha derin bir travma yaşar. “Güçsüz” erkeklerin kadın durumuna indir­genmesi, ataerkil düzenin değişmez törelerinden biridir. Yaşlı ve güçlü erkeğin, genç ve güçsüz erkek üzerinde hakimiyetine dayanır, erkek iki kat güçlenmiş hisse­der kendini. Sadece kadının değil erkeğin de vücuduna egemen olmuş olur. Bu ba­kış açısı o kadar köklüdür ki, bunun için “oğlancılık” geleneğini incelemek yeterli­dir. Erkeğin erkeğe tecavüzü ve cinsel şiddete maruz kalan erkeğin yaşadığı derin travmanın başlı başına bir konu olarak incelenmesi gerekir, bu yazının konusu ol­madığından kısaca belirtmiş olduk.

Cinsel şiddetin kaynağı ataerkil düzendir. Ataerkil düzende kadın ve cinselliği-cinsel organı- aşağılanıp kötülenirken, erkek ve cinselliği-cinsel organı- yüceltilir. Kadının cinsel işlevleri her açıdan küçümsenir, rencide edilir. Örneğin kadının regl olması pis görüldüğünden, gizlenmesi gereken bir cinsel işlevidir. Erkeğin sünneti ise -Müslüman toplumlarda- şölenlerle kutlanır. Erkek egemen sistem, kadını eksik olarak görür. Kadınlar tam insanlar olarak görülmediği için hakları sınırlandırılır, yaşam alanı daraltılır. Salt ilkel çağlarda değil, günümüzde de cinsel egemenlik kültürümüzün en yaygın ideolojisi olarak sürmektedir.

Cinsel şiddeti, ırk, sınıf, psikiyatrik vaka-cinsel psikopatlık-alkol ve uyuşturucu gibi nedenlere bağlamak, böyle açıklamaya çalışmak düpedüz gerçeğin çarpıtıl­ması olur. Cinsel şiddet erkek egemen kültürün geleneğidir.

Tacizci, tecavüzcü devlet(ler)…

Kadınlara karşı eril şiddetin kapsamı devasa boyuttadır. Kadınlara yönelik eril şiddetin türleri hiçbir istatistikte toplu olarak görülmez, olaylar poliste kayda geçirilirken-ırza geçme, dayak, ensest gibi-değişik kategorilere ayrılır. Bu gibi olayla­rın çoğu ise tacizde olduğu gibi genelde duyurulmaz. Toplumsal düzen, polis ve mahkemeler, saldırgan erkeği korumak amacıyla topyekun seferber olur. Kadına dönük cinsel şiddet ataerkilliğin kültürüdür, yasalar saldırıya uğrayan kadını değil, saldırganı, yani erkeği korur, “italya’ya giden kadın turistlerin taciz edilmesi olağan karşılanır, italyan erkekleri bu gibi davranışlardan övünç duyar. Güneydoğu Asya’da, özellikle Hindistan’da erkekler turist kadınları taciz eder, hırpalar, tecavüz eder ve döver.”*

Türkiye’de de, özellikle yaz aylarında, gazeteler turist kadınlara yönelik tecavüz haberleriyle dolup taşar. Türk erkeği için de bu durum övünç kaynağıdır. Nitekim çoğu tecavüzcü yakalanmaz-göz yumulur-yakalanan ise çok az bir kesimdir. Bir di­ğer sorun ise, turist kadına tacizin, tecavüzün olağan-normal karşılanmasıdır. 2008 yılbaşı gecesi Taksim’deki tacizcilere Türk adaleti 57 YTL para cezası vermiştir.

Sadistçe şiddet, erkeklerin doğasında yoktur. Bu onlara, bir dizi kurum tarafın­dan aşılanır. Yönetim organları, kadınları hedef alan eril zihniyet cinsel saldırgan­lığa sadece hoşgörü göstermekle kalmaz, onu kışkırtır ve onaylar.

Ataerkil düzende devlet erk’tir, “erkek”tir. Yasama, yürütme, yargı, ordu ve di­ğer tüm üst yapı kurumları buna göre düzenlenmiştir. Ataerkil devletin cinsel poli­tikasında, kadının cinselliği yasalarla kontrol edilir, denetim altına alınır. Erkeğin ise, “cinsel özgürlük-saldırganlık-alanı” genişletilir, yasalarla güvence altına alınır.

Bu bakış açısı, Türk Ceza Kanunu’nda da (TCK) mevcuttur. TCK maddelerine ba­kıldığında kadını değil, erkeği koruduğu gerçeğini görürüz. Kadın birey olarak ele alınmaz, toplumun ve ailenin bir parçası olarak tanımlanır. 2003’te TCK’da değişik­lik öngören tasarıda (AKP Hükümeti) kadına karşı işlenen cinsel suçlar adab-ı umu­miye ve nizam-ı aile aleyhine işlenen suçlar bölümünde yer alıyordu.

Kadınların büyük tepkisine neden olan bu tasarıda “evli kadınlar tecavüze uğ­radığında verilecek cezanın arttırılması” maddesi kadının değerinin erkeğe göre belirlendiğinin somut göstergesidir. Burada, kadının uğradığı cinsel şiddetin öne­mi yoktur, erkeğin malına zarar gelmesi anlayışı vardır, bu yüzden erkeğin mağdu­riyeti gözetilir. Yine evlilik içi tecavüzü cezalandıran yasa bulunmamaktadır.

Hatırlanacaktır, TCK tasarısı tartışılırken, Adalet Bakanlığı danışmanı Prof. Do­ğan Soyaslan, tecavüze uğrayan kadının tecavüzcüsü ile evlenmesinin, kendisi için de (kadın için) bir çözüm olduğu ve herkesin bakire bir kadınla evlenmek isteyece­ğini savunmuştu. Bir kadının kendisine tecavüz eden kimseyle evlenmesi, onun ömür boyu tecavüz cezasına mahkum edilmesidir. Bu tartışmalara dair Soyaslan, kadınlara “evlensinler, zamanla alışırlar” demişti. Bu söylemler, kadınlara karşı adaletin nasıl işlediğinin, yasa koyucuların kadına bakış açısının somut görüngü-südür. Bir dönem Adalet Bakanlığı da yapan Cemil Çiçek, vakti zamanında “flört, fuhuştur” diyerek kadın düşmanlığını savunmuştu.

Birçok kanunda (Türkiye yahut diğer ülkelerde), namuslu-namussuz kadın ayrı­mı yapılmaktadır. 1990’h yıllarda yerel bir mahkemenin TCK’nın 438’inci Maddesi’nin iptalini isteyerek açtığı dava, Anayasa Mahkemesince 4’e karşı 7 oyla redde­dildi. Söz konusu madde, “ırza geçme ve kaçırma eylemlerinin fuhuşu meslek edinen kadınlara karşı işlenmesi halinde hapis cezasının üçte iki indirilmesi, yani normal ce­za yerine üçte bir ceza verilmesini” öngörüyordu.*

Fuhuş batağında köleleştirilen kadın ya da toplumsal normların dışına çıkan ka­dın, namussuz kategorisine konularak tecavüzü meşru gösterilir. Örneğin bir tecavüz olayında, üzerinden prezervatif çıkan kadın, “namussuz kadın” olarak değerlendi­rilmiş, suçun faili polisler hakkında beraat kararı verilmiştir. Gene 2007 yılı içerisin­de istanbul Emniyeti otoparkında 4-5 polisin, bir kadına tecavüzü ise istanbul Emni­yet Müdürlüğü’nün açıklamasmca, kadının fuhuş yaptığı iddia edilerek, polislerin tecavüz suçu kamuoyu önünde meşrulaştırılmaya çalışılmıştır.

“Namuslu-namussuz” kadın ayrımının yanı sıra, bakire kadm-evli kadın tanım-larıyla ayrıştırılır kadın. Kızlık zarı bozulursa faile verilecek ceza arttırılıyor. Yargı­tay’ın “kızlık zarı” yırtılmadığı için verdiği tecavüz suçunu hafifletici kararı basma yansımıştı. Burada korunanın kadın değil, bekâret zırhıyla çevrilmiş toplumun na­mus anlayışı olduğu açıkça ortadadır.

TCK’nın 462. Maddesi, 2003 yılında değiştirilinceye kadar “namus amacıyla işle­nen” suçlarda, ceza sekizde bire kadar indiriliyordu. Bir kadını öldürüp “namusumu temizledim” demek, cezanın haksız tahrik nedeniyle azaltılması yeterliydi. Devlet “töre cinayeti” olarak adlandırılan kadın katliamlarını, yasalarıyla güvence altına almıştı. Diyarbakır’da “yasak ilişki” yaşadığı gerekçesiyle abisi tarafından satırla ya­ralanıp başı taşla ezilerek öldürülen 15 yaşındaki Kadriye ve Şemse Allak hâlâ akılla-rımızdadır.

2005 yılında yürürlüğe giren yeni TCK’da, kadın örgütlerinin mücadeleleri sonu­cu değişiklikler yapıldı. Tecavüz tanımı yeniden yapıldı, kadına yönelik cinsel suçla­rın cezaları arttırıldı. Tabii bunların, fiiliyatta yaşam bulduğu söylenemez.

Uluslararası AF Örgütü’nün Kadına Yönelik Şiddet Türkiye Raporu, Tükiye’de ka­dına yönelik şiddetin hangi boyutta olduğunu göstermektedir.

Rapordan kimi alıntılar:

“-Acil yardım hattını arayan kadınların yüzde 57’si fiziksel şiddete, yüzde 46.9’u cinsel şiddete, yüzde 14.6’sı enseste ve yüzde 8.6’sı tecavüze maruz kalmıştır.

-Bir grup orta ve üst sınıf kadının yüzde 63.5nin cinsel tacizin bir türüne maruz kaldığı vurgusuna ulaşılmıştır.

-Ankara’da yapılan bir başka kadın araştırmasına göre, kadınların yüzde 44’ü kocalarından, yüzde 12’si ayrıldıkları kocalarından, yüzde 8’i birlikte yaşadığı erkek­lerden ve yüzde 12’si kocalarının ailesinden şiddet görmektedir. Yüzde 6o’ı kocalarının kendilerine tecavüz ettiğini söylemiştir.

-Güneydoğu bölgesinde 599 kadın üzerinde yapılan araştırmada, yüzde 51’nin evlilik içi tecavüze yüzde 57’nin de fiziksel şiddete maruz kaldığını belirtmiştir.”

Devlet(ler), yasalarıyla erkeğin kadın üzerindeki egemenliğini koruma altına alır­lar. Kadının cinselliğinin bekçiliği yapılır. Devlet cinsel alanda yasaklamalar getirir­ken, iki yüzlü bir politika izlemektedir. Bir yandan medeni kanun ve ceza yasalarıy­la, kadının cinsel kimliği-cinselliği, boyunduruk altına alınıp “namus” mesuliyetiy-le hareket edilirken, diğer yandan genelevleri, fuhuşun resmileştirilip en yüksek ver­gilerin alındığı kurumlar haline getiriliyor. Hatırlanacaktır, genelev patroniçesi Ma-nukyan, devlet tarafından vergi rekortmen ligiyle ödüllendirilmişti. Ödülü, Süleyman Demirel vermişti. Bir yandan cinsellik bastırılırken, diğer yandan porno filmler ve dergilerde, reklamlarda kadın vücudu meta gibi kullanılarak, cinsel saldırganlık, şiddet kışkırtılıyor ve ticari bir meta haline getiriliyor.

Devrimci, yurtsever, demokrat ve muhalif kadınlara tecavüz

Türkiye’de sosyalist, devrimci, yurtsever, demokrat, muhalif kimliğe sahip kadın­lara, devlet tarafından cinsel şiddet işkencesi sistematik olarak uygulanır. Türkiye’de cinsel taciz ve tecavüzde bulunanların başında, polis ve jandarma geliyor. Bu bir te­sadüf değildir. Devlet yetkililerinin açıkladığı gibi ne bir münferit olaydır, ne de bir­kaç polis ve jandarmanın cinsel psikopatlığmdan kaynaklanmaktadır. Siyasi müca­dele yürüten kadınlara devletin izlediği politikadır. Gözaltında Cinsel Taciz ve Teca­vüze Karşı Hukuki Yardım Projesinin raporunda, 1997 ile 2004 yılı arasında yapılan 205 başvuru üzerinden hazırladığı verilere göre, “Kadınların gözaltına alınma nede­ni daha çok siyasi. Buna göre 151 kadından 141’i kendi siyasi mücadelesi nedeniyle gözaltına alınırken, 25’i aile bireylerinin siyasilerinden dolayı gözaltına alındı.” Raporda, cinsel taciz ve tecavüzde bulunanların başında polislerin geldiği vurgula­nırken, ikinci sırada jandarma ve askerin yer aldığı kaydedildi. “Istatistiki verilere göre; bu suçları işleyen faillerden 1572si polis, 43’ü jandarma-asker, 102’si infaz ko­ruma memuru, 9’u korucu, 8’i özel tim, 2’si itirafçı.”

Rapora göre, cinsel taciz ve tecavüze uğrayanlar arasında, Kürt kadınları birinci sırada geliyor. Projeye yardım istemiyle başvuran 205 kadından 127’si Kürt kadınlar­dan oluşuyor.

Cinsel şiddetin en çok Kürt kadınlara uygulanması, sömürgeci Türk devletinin Kürt halkına karşı yürüttüğü kirli savaş yönteminin sonucudur. Irak’ta ve Afganis­tan’da olduğu gibi Kürdistan’da da kadınlar, işgal edilmiş toprakların ganimeti ola­rak görülüyor. Bundan dolayı işkence ve tecavüze ilk başta Kürt kadınlar maruz ka­lıyor.

Uluslararası Af Örgütü (Al) tarafından hazırlanan 1997-2002 yılları arasında tecavüze uğrayan kadınları konu alan raporda, askerlerin tecavüzlerinin kadına yönelik bir ayrımcılık olduğu belirtiliyor. Al’nm hazırladığı raporda, ayrıca askerlerin, teca­vüzle kadınların kültürel, sosyal ve ekonomik olarak geldiği topluma hakarette bu­lunduğuna dikkat çekilirken, askerlerin cezalandırılmasının benzer muamelelere maruz kalan kadınların, hukuki yollara başvurmasını engellediği de vurgulanıyor. “Meksika’dayerli kadınlar, askerlerin sistematik tecavüzüne maruz kalıyor. Meksi­ka hükümeti, yerli kadınlara yönelik işlenen suçlara karışan askerleri hiçbir şekilde cezalandırmıyor.“(Gündem gazetesi)

işgallerin, sömürgeciliğin olduğu her yerde, işgalci askerlerin kadına dönük cin­sel şiddeti devasa boyutlardadır. Basma yansıdığının çok üzerindedir gerçek rakam­lar. Nitekim kadınların tecavüzü açıklaması, bunu mahkemelerde ispat etme müca­delesi, adalet sisteminin askeri, polisi koruyan tavrıyla irade mücadelesine dönüşür. Kadının adalet arayış süreci, işkenceye dönüşür. Kaldı ki tecavüzcü polis ve askerler, devlet tarafından aklanır.

Mardin’li Kürt Kadın Ş.E’nin maruz kaldığı tecavüzler, Kürt illerinde yıllardır sü­ren kirli savaşın bir aynası. 1993-1994 yıllarında gözaltına alınmış ve askerlerin top­lu tecavüzüne uğramıştı. Sonuçta Ş.E’ye tecavüz eden 341’i er, 64’ü rütbeli, toplam 405 asker, raporlarla kanıtlanmış olmasına rağmen delil yetersizliğinden yargılan­dıkları davadan beraat etti, aklandı.

Devlet bir yandan sistematik olarak cinsel şiddet uygularken, bir yandan da dev­letin tecavüzcü olduğu gerçeğini örtbas etmek için tecavüz olaylarının açıklanma­ması için kadınlara psikolojik harp taktiklerini uygular.

1997 yılında Asiye Güzel Zeybek’e, gözaltında tecavüz edildi. Asiye Zeybek, teca­vüz işkencesi ile ilgili AİHM’e başvuruda bulundu. Bunun ardından, Emniyet Genel Müdürlüğümden de tecavüz iddiasının araştırılması istendi. Emniyet ise, bu olaydan sorumlu kurum ve kişiler hakkında işlem yapmak yerine, tecavüz raporu veren dok­torlar, davaya bakan avukatlar ve kurumlar hakkında soruşturma başlatmıştı.

Devletin bu tutumu, hak arama özgürlüğüne, toplumsal muhalefete bir saldırı ni­teliği taşır. Devlet eliyle yapılan işkence ve tecavüzün üzeri örtülmeye çalışılırken, toplumsal muhalefete gözdağı verilir. Zaten polis ve askerler sırtını devlete dayaya­rak bu işkenceyi yaparlar, işkenceciler-işkenceci adayları, polis ve subay okulların­da birçok işkence tekniği üzerine eğitilir. Tecavüz gibi cinsel şiddet işkenceleri, tıpkı askı, elektrik, buz kalıbı, tazyikli su, boğma vb. işkence türleri gibi ele alınır. Cinsel şiddet işkencesi, devletin ideolojik saldırışıdır kadına. Asıl amaç, kadının bilincine yönelik tecavüzü gerçekleştirmektir. Tecavüz, bir güç gösterisidir. Devrimci kadına, haddini bildirmek, mücadelesinden caydırmak, aşağılamak, hiçleştirmek için yapı­lan bir cinsel işkencedir.

Emperyalist, sömürgeci savaşlarda da amaç aynıdır, işgal edilen ülkenin halkını hiçleştirmek, aşağılamak, boyun eğdirmek…Toprak ve kadın, erkeğin mülkiyeti gö­rüldüğünden amaç düşmanın “kadınlarını” aşağılayarak, nesneleştirerek düşmanı aşağılamaktır, işgallerde ve toplumsal mücadelelerde sadece kadına değil, erkeğe de tecavüz edilir. Örneğin ABD, Irak’11 erkeklere yaptığı en temel işkencelerdendir te­cavüz. ABD, Irak’11 erkeklere uyguladığı cinsel şiddetle, bir halkın erkeklerini (ataer­kil bakış açısında erkek birinci sınıf insan olduğundan), “kadmlaştırma”, düşkünleş-tirme, bu yolla aşağılayarak iradesini kırma politikası uyguluyor. Gene 12 Eylül 1980 darbesinde, Diyarbakır zindanlarında Kürt erkeklere sistematik cinsel işkence uygu­lanmıştır.

Tecavüz, diğer işkence biçimleri gibi kişiyi çözmeye yöneliktir. Ona, değersiz ol­duğu, hiçleştiği hissiyatını aşılama amacını taşır. “Namus”unun kirlendiği fikri veril­meye çalışılır. Devlet, devrimci kadının özgürlük mücadelesine, erkek egemen siste­me başkaldırısına karşılık, devrimci kadından bu asiliğinin intikamını alır tecavüz iş-kencesiyle. Aynı zamanda topluma gözdağı verme amacını taşır. Haklarını arayan, özgürlük mücadelesi veren kadın böyle cezalandırılır, mesajı verilir. Kadın kitleleri içinde korku tohumlarını salmaya çalışır. Devletin, kadın veya erkek bedenine uygu­ladığı tecavüz işkencesinin asıl hedefi, kadının ve erkeğin beynine, özgürlük, gele­cek düşüne tecavüz etmektir. Kadın, gelecek düşüne sahip çıktıkça devlet amacına ulaşamayacaktır. Kadın bilinçlendikçe, erkek egemenliğinin iki yüzlü ahlak anlayışı­nı etkisiz kılacaktır. Gerek toplumsal cinsiyet rolünün duvarlarını aşındırdıkça, ge­rekse haklarının farkmdalığıyla, ataerkil zihniyete karşı durmaksızın mücadele ede­rek özgürleşmenin yollarında düşlerine doğru kanat çırpacaktır. Yeter ki; beynimizi duvarlara hapsetmeyelim…Yeter ki; beynimize örülmek istenen duvarlara boyun eğ­meyelim. □

Kaynaklar:

1) Diana Scully-Tecavüz/Cinsel Şiddeti Anlamak

2) Diana Scully-Mark Warr-1985 Araştırma

3) Kate Mıllett-Cinsel Politika

4) Marılyn French-Kadmlara Karşı Savaş

5) Kadına Bakış Açısından 1980’ler Türkiye’sinde Kadın, yayma hazırlayan Şirin Tekeli

6) Kurtuluş Dergisi-Mart/Nisan sayısı (2007)

7) Uluslararası Af Örgütü Kadına Yönelik Şiddet Türkiye Raporundan alıntı

8) EKB Bülteni sayi:32 (2003)

9) EKB Bülteni sayi:34 (2003)

 

* Kate Millett, Cinsel Politika

* Diana Scully, Tecavüz

* Marilyn French, Kadınlara Karşı Savaş

Categories: Sosyalist Kadın 4 | Yorum bırakın

Yazı dolaşımı

Yorum bırakın

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.